19 Ekim 2009 Pazartesi

Sınavlar için mi? Hayat için mi? Eğitim



Tarih derslerini hiç sevmezdim hep bana bir hikaye gibi gelirdi. Acaba bende kendi hikayemi anlatsam tarih olur muydu? Yoksa ben öldükten sonra başkasının mı anlatması gerekirdi. Tarihi hep uzaklarda aramışızdır en iyi ders alınacak tarih en yakınımızdaki tarih değil midir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra yoksa bütün saatler durmuş mudur.
Tarihin bize ders almamız için anlatıldığı ve tarihteki örneklere bakıp kendimize daha sağlıklı bir gelecek çizebileceğimiz söylenirdi. Ama nedense ben tarihime bakıp geleceğime yön vermeyi bir türlü başaramadım. Malazgirt ovasında at sırtında nasıl şanlı savaşlar verdiğimizi okudum ama hayatımda bu durumdan ders çıkarabileceğim bir an hiç yaşamadım. Ne at sırtına bindim nede Malazgirt ovasına gittim nede bana kılıcını çekmiş savaşmak için bekleyen bir Bizanslı ile karşılaştım.
Tarih dersleri genelde Lafonten den masallar modunda geçtiği için öğrencilerin geneli çok seviyor bu dersi. Öğrenci öğretmeni yormuyor, öğretmende öğrenciyi. Öğretmen yıllardır ezberlediği bilgileri bir spiker edasıyla öğrencilere anlatırken, gözü açılmamış sığırcık kuşu diyebileceğimiz öğrenci de mest olmuş bir şekilde onu dinliyor. Ondan sonra öğrenciye soruncada bu öğretmen güzel anlatıyor oluyor. Böyle öğretmeni bende severim beni uyutan, beni dersin içine sokmayan, bilgiye benim kendi becerilerimle ulaşmamı sağlamayan.
Şunu açıkça ifade edebilirim son günlerde okuduğum "The handy history answer book" adlı kitapta öğrendiğim tarih bilgisi belkide tüm öğrencilik hayatım boyunca öğrendiğim tarih bilgisinden daha çoktur. Kitap direkt kronolojik sırasıyla tarih dersini anlatmak yerine tarihte merak edilen sorulara cevap vererek ilerliyor. Bu sorulara cevap verirken de ayrıntıları çaktırmadan aktarıyor.

Bazaları her ne kadar Televole ve magazin tarihçisi olarak adlandırsa da Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü de bizden farksız düşünmüyormuş. Okullardaki tarih dersleri tarih çöplüğünden ibarettir diyor. Bizde ona katılıyoruz.
Murat Bardakçı'nın yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

9 Ekim 2009 Cuma

40 milyonluk bir nüfus şu an için harika olurdu.

Aşağıda Fransa ile Turkiye'yi karşılaştıran bir video var. Bu video ingilizce ama grafiklerden dolayı gayet güzel anlaşılıyor. Geçmişte bizde Fransa nın sahip olduğu nüfüs artış oranlarıyla büyümüş olsaydık; şu an sahip olduğumuz sorunların %90 ına sahip olmazdık. Avrupa birliğine ise az nüfüsumuzdan dolayı Polonya gibi kolay kolay girmiş olurduk. İngilizcede ingilizlerin çok kullandıkları bir deyim vardır"qualitative or quantitative" İngilizler bu kelime grubunun hep solunda yer almışlardır.Ülkemizde de bilinçli olarak olmasada, ekonomik nedenlerden dolayı doğum oranı düşmüştür. Artık her aile çocuk sahibi olmadan önce 4-5 kez değil yıllarca düşünmektedirler. Keşke budurumun farkına şu an değilde yıllar önce farkına varsaydık. Şu an geri dönülmez bir yoldayız.Doğum oranımızın %2 nin altına düşmesi geçmişte ani bir şekilde artan nüfüsumuzu beslemeye yetmeyecektir bu yüzden doğum oranının düşümünde kademeli bir düşüşten başka bir çaremiz yoktur.

Turkish vs English


Anadolu Lisesinde İngilizce derslerine başladığım ilk günden beri var olan ve dil bölümüne geçişimle daha da büyüyen bir balon vardır. Hocalarımızın sürekli şişirdiği ve bu balon nihayet patlamıştır. Öğrencilere ingilizce'nin önemini vurgulamak için Türkçe bu kadar da aşağılanmaz ki. Turkçe'de 15 bin kelime varmış. İngilizcede ise 500 bin kelime varmış. Tukiye'deki bazı insanlar ise 150 kelimeyle idare ediyorlarmış. İngiltere'de ki bir ingilizin günlük hayatta kaç kelime kullandığına hiç şahit olmuşlar mı acaba. Bunlar ingilizleri kitap başından ayrılmayan hergün farklı kelimeler öğrenen ve bu kelimeleri kullanmak için can atan gönüllü dilbilim elçilerimi zannediyorlar. Bu linkte uzun uğraşlar sonucu çıkarılan ve şu an 616 bin kelimeye ulaşan ve aynen gmail de durmadan kotamızın arttığı gibi artışa devam eden bir sözlüğümüz var. Adı BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.